29 Mart 2007 Perşembe

umutla umutsuzluğun dansında...


UMUTLA UMUTSUZLUĞUN DANSINDA

"Umuda tutunmayan, umutla yaşama sarılmayan insan var mı şu yeryüzünde?" diye sorar insan bazen kendine.Çünkü umut gelecektir ve gelecekte kendimize biçtiğimiz olması en iyi en güzel muhtemellerimizdir.

Umutla umutsuzluk köprüleri arasında kalan insanın haliyet-i ruhûyesi acabalarla savaşır dururken, durup dururken umarsız bir duygu saplanır insanın gönüle. Birçok acabada olumlu olumsuz tüm olasılıklar insanı sarsar, karma- karışık bir ruh halinde esir alır, umut ve umutsuzluğun bileşkesinin kesiştiği o ince çizgide umutsuzluk insanı adeta esir alır.

Umut ve umusuzluğun insana özgü insanca beklentisinde; insanca duygular vardır o odak noktasında...

Yer ve saat umuttan yanaysa mesele zaten çözülmüştür ve umut üzerine düşen görevi tamamlamıştır...

Fakat o güzelim umut yerini, umutsuzluğa terk ettiği zamanlarda insan, insanca duygularla duygusallığın yoğun duygularında teslim olur umutsuzluk girdabına.

Gün güneşli olsa bile güneş aydınlatmaz insanın içini. Kasvet, umutsuz kişinin yakasına yapışmıştır bir kez. Geceye teslim olan günden arta kalan sadece gecedir ve gece daha bir vurucudur, umudunu yetirmiş insana. Umutları un ufak olmuş insan, "kedi" gibi yatağa yastığa sokulur, hatta sığınır çok zaman. Bazen de teslim eder kendini şans ile kadere.

Ruh hali umutsuzlukla sarmalanmış olan insanın içinde "uhdeler ile ukdeler" sevişir...

Velhasıl beter bir hüzün yakasındadır insanın, ve boğazına bir yumruk saplanmıştır, gene o umut beklentisini bitiren insanın... Zira umutsuzluğun ona biçtiği ona uyması zor olan o biçilmiş gelecekte, yer bulamaz kendine umutsuzluğa gark olmuş umutsuz insan.

Bu ruh halindeki insanın "nevri" döner, bir hıçkırık yüreğinde akar, kara yaslarda buldurur kendini, umusuzluğun rengindedir çünkü o insan. Bu umutsuzluk dehlizlerinde boğuşan insan, birden bire değişebilir de... Yaşamın yaşanası rengi; insanı kendine mi getirir bilinmez ama, bir çiçek filizlenir kurumaya yüz tutmuş otların arasında, o çiçek, aylardan bahar olmasa da baharı anımsatır insana. Akan bir nehir veyahut denizin grileşen rengindeki giz veya gümbürdemeye hazırlanan yağmurun çaktığı şimşekteki o kıvılcım, bazen insana umudu hatırlatır bu kararmış ama sonu aydınlık yolda... İşte o an, yaşadığının farkına varır insan ve yüreğindeki karanlığı terk edebilir doğanın ona "yaşam hep bahar değil ama, kış olmazsa, yağmur yağmazsa çiçek açmaz" dercesine gösterdiği yüzünde.

Terk duygusunu dürter bu sefer insanı gene insanca çığlıklarda: Ve doğa hiçbir şeyin sürekli olmayacağını anımsatır insana ve "tabiat ana" insanı kucaklar, yapay olmayan, kendi gibi olan o en sevecen, o en acımasız ve vahşi ama en yalın en olması gereken temiz haliyle.

Tabiat ana, volkana geçit veren dağlarında; lavlarına "dur" dediği gibidir, depremde, su baskınlarında, şiddetli rüzgarlarda..."dur der tamamladığı görevinde.

Felâketlerin ardından yitirilenin farkına varan gene umuttur ve umut 'süt liman olmuş' bir dinginlikte bekler insanı, insan için var olduğunu hatırlatarak, göz kırpar insana, insani yaşama sevinciyle.

Şadıman Şenbalkan

Hiç yorum yok: