9 Mart 2007 Cuma


“sen değil misin her bahar dalına bin umut bağlayan
söyle o zaman ,
her bahar dalı bir liman değil mi .”

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Seni Benim Gibi

Dolaşırken ıssız kapkaranlık gecelerde..
Sensizliğin sessizliğinde, sensiz olan oldu mu?

Söyle Canımın canı, sevgilim, bir tanem,
Seni benim gibi, ölümüne seven oldu mu?

Her güne senin olmak dileğiyle başlayıp,
Kalbinde, seni sensizlikte yaşayan oldu mu?

Sevgisini, yaşamını, yazdığı aşk şiirlerini
Yalnızca sana adayan oldu mu?

En ufak bir seste "Sen Geleceksin" diye,
Kalbi fırlarcasına, delicesine çarpan oldu mu?

Kalbindeki tahtın en güzel köşesine,
"Kraliçem" diye seni oturtan oldu mu?

Uzaklardan ta oralara gelip, elinden tutup,
Seni benim gibi, Resmini tuale çizen oldu mu?

Seninle ağlayıp, hüzünlenen, neşelenip gülen,
Dertlerine iyi ve kötü günde ortak olan oldu mu?

"Seni çok seviyorum", "Sen Benimsin"
"Ölümüne, Seni Kimseye Vermem" diyen oldu mu?

Gözlerime bak, kalbinin sesini dinle de söyle;
Seni benim gibi "Ölümüne Seven" oldu mu?

Adsız dedi ki...

KIRMIZI KARANFIL

Sevgililer Günü vesilesiyle Mustafa Kemal'in az bilinen, "çok masum bir gönül hikâyesi"ni anlatacağım.
Selanik'te öğrenci iken, Nadire diye bir komşu kızı varmış.
Ciğerlerinden hasta olan bu kız Mustafa'ya pek hayranmış.
Her geçişinde pencereye koşar, ona bakarken yüzünü al basarmış.
Bir gün komşu kızı Hatice'ye açılmış:
"Mustafa Bey, öteki arkadaşlarına hiç benzemiyor" demiş.
Bu gizli sevdayı Mustafa'ya hissettirmeye karar vermişler.
Hatice, Zübeyde hanımların evine girer çıkarmış. Bir cuma, ailece oturmaya gitmişler.
Mustafa evde yokmuş.
Hatice, üst kattan bir şey getirmesi istendiğinde aklındaki planı uygulamaya koymuş.
Sofadan geçerken, saksı içindeki kırmızı karanfillerden birini gizlice koparmış. Mustafa'nın üst katta soldaki yatak odasına dalmış. Karyolasının başucundaki masanın üzerinde açık duran tarih kitabının üzerine karanfili bırakmış.
Korkudan titreyerek koşar adım aşağı inmiş.
Çiçeğin Nadire'den geldiğinin anlaşılacağına eminmiş.
* * *
Az sonra Mustafa eve gelmiş.
Zübeyde Hanım'ın ve Hatice'nin annesinin ellerini öpmüş.
Hatice'nin de elini sıkmış.
O dönem Türkler arasında el sıkma âdeti olmadığından Hatice şaşırmış biraz... Zaten gizlice bıraktığı çiçekten dolayı pek heyecanlıymış.
Mustafa bu heyecanı hissetmiş; gözlerini Hatice'nin gözlerine dikmiş.
Küçük kız ne yapacağını bilememiş.
Mustafa "Ders çalışmam lazım" deyip yukarı çıkmış. Çıkar çıkmaz da tekrar aşağı indiği ayak seslerinden anlaşılmış.
Hatice kalbinin duracağını hissetmiş.
Çünkü, geldiğinde Mustafa'nın elinde o kırmızı karanfil varmış.
"Bu çiçeği benim kitabımın arasına kim koydu?" diye bağıracak diye çok korkmuş Hatice...
"Ben ettim, sen etme" der gibi bakmış ona...
Mustafa, Hatice'yi müstehzi gözlerle süzdükten sonra dışarı çıkmış.
Hatice hemen gidip olanları Nadire ablasına anlatmış.
"Ölüyordum korkudan. Bir daha beni böyle işlere sokmayın" diye yalvarmış.
Nadire, çiçeğinin adresine ulaşmasının keyfiyle beklemeye başlamış.
* * *
Aradan epey bir zaman geçmiş.
Bir gün Hatice, Zübeyde Teyze'sinin kendisini oğlu Mustafa'ya istediğini öğrenmiş.
Ama Hatice'nin annesi, Mustafa asker olup uzaklara gidecek diye bu izdivaca yanaşmamış.
Konu kapanmış.
Mustafa, Harbiye'de okumak için İstanbul'a gitmiş. Lakin annesine gönderdiği her mektubun altına "Hemşiremiz Hatice Hanım'a da mahsus selamlar ederim" cümlesini eklemeyi hiç ihmal etmemiş.
Harbiye'den erkânıharp yüzbaşısı olarak çıktığında Hatice'yi yeniden istetmiş.
Bu kez Hatice'nin ailesi razı olmak üzereyken sarayda çalışan bir ahbapları onları uyarmış:
"Ben, onun hakkında saraya gelen jurnalleri okudum. İstikbali çok karanlık. Aman uzak durun" demiş.
Hatice'nin annesi, kızını alelacele bir başkasıyla evlendirmiş.
* * *
Yıllar geçmiş.
Mustafa Kemal, "Atatürk" olmuş
Evlenip çoluk çocuğa karışan Hatice, yaşadıklarını 1920'lerde bir kış günü, Kocaeli'nde Maarif Müdürü olan apartman komşusu Münir Hayri Bey'e anlatmış.
Münir Hayri, daha sonra sinema tahsili için yurtdışına gitmiş.
Döndüğünde Atatürk kendisinden hayatını perdeye yansıtacak bir senaryo yazmasını istemiş. Senaryonun esaslarını da bizzat dikte ettirmiş.
"Filme başka neler koymalıyız?" diye sorduğunda Münir Hayri, biraz da çekinerek, "Her filmde kadın ve aşk unsuru aranır, bilmem nasıl emredersiniz" demiş ve yıllar önce Hatice'den dinlediği hikâyeyi Atatürk'e nakletmiş.
Hatırlamış Atatürk; gülmüş:
"Ben, Hatice'nin o karanfili kendi hesabına koyduğunu sanmıştım" demiş.
Ve devam etmiş:
"Hatice zekâsı, güzelliği ve terbiyesiyle örnek bir kadındı. Her vakit hayatımın en değerli hatıraları arasında kalacaktır."
Sonra Nadire'yi de hatırlamış:
"O kızcağızı da bir kâtiple evlendirdiler. Sonra öldü."
* * *
Hazin değil mi?
Devamı var:
Birkaç gün düşündükten sonra Münir Hayri'yi yeniden çağırmış Atatürk:
"Tamam" demiş; "Bizim çocukluk hikâyesini filme koyalım. Yalnız Hatice'nin ismini koymayalım. Bu, çok masum ve hiç de şerefsiz olmayan bir hikâyedir, ama belki Hatice'nin torunları filan istemezler."
Münir Hayri'nin senaryosu "Ben Bir İnkılap Çocuğuyum" adını taşıyordu; Atatürk rahatsızlandığı için çekilemedi.
Hatice mi?
Son sürprizimiz de bu:
Hatice Hanım milletvekili seçildi ve Meclis'e girdi.
Torunları hayatta mıdır acaba?

gUnLuGuM-gOkCe dedi ki...

adın da yok ki sana nasıl hitap etsem bilemiorum ama teşekkür ederim bu güzel yazılar için... bi ricam var bunları kendi blogunda yayınlarsan daha verimli olur bana bunlar yerine kendi cümlelerinle yorum yapabilirsen daha mutlu olurum...

Adsız dedi ki...

Geceyi mesken tuttum gündüz senin olsun yalnızlık derdime dert katar gözlerim ağlar
asil bu yaşlar tek çarem var hayata renk veren aşklar yollarım mecbur istikamete giden yıllar
hepsi de boştu boşluğa koştu sırtıma saplanan okları kalbime soktu ardına bakmadı
görmedi ağladım bağladı elleri kolları uzanayım istedim olmadı yılmadım
arasam telefona bakmaz bil ki konuşmaz ne yapsam unutsam derken duvarda yüzü var
kaçamam ondan yapamam hayran bu gönül uğruna can verir tüketirim bir ömür
anlatamam ki...
Kör düğüm olmuşum çözemedi kimse derdimi bilene 10 puan işte ben neyim bulamadım sana takılayım ben anlatır hüznümü özlü bu cümlem belki bir gün gelecek özleyeceksin ne yapıyor ne ediyorum ben kendimi kaybettim göz yaşım aktı yollara düşüp aşkımı aradım yalnızım hala sensiz bu oda tadı tuzu olmuyor bari sen ağlama gururum engel hiçe say sen göz yaşım aksın endişe etmem tersine gidecek her şey bir gün düzelir derken yalnızım yine kendimi tutamadım yorgunum ağladı gözlerim bakma asil bu yaşlar...
Sil gözünün yalnızlıklarını o an fısılda duvarlara adımı bin bıçak var sırtımda biniyle de adarsın her biri hayran sana...
Yaşları tutmadım ağlamak istedim senden başka olmadı kimse derdimi söylemek istemedim sana sendin her zaman yanımdaydın oysa anlamadığın bir tek şey var sen benim olmadın hiç bir zaman nedendir hala göz yaşı bende durmadan akıyor sensiz her gece hüzün bulutu kapladı içimi bu benim değildi ikimizin seçimi söyleyemem seni sevdiğimi bir defa denedim elime ne geçti günlerim gecelerden farksız benim yalnızlığıma çare mi aradım üzerime gelenler olabilirdi kalbimi senin için boş bırakmıştım şimdi koskoca bır boşluk var yanımdaysa tek bir dostum durmadan içerim geceler yoldaş buzları eriten aşkım gardaş oldu ve gözlerim bunun için doldu yaşları görünce bana neden sordu ne bahane bulsam yutturamam ki söylesem belli onu kaybederim korkuyorum artık yaklaşamıyorum uzak yollardan bir medet umdum belki kaçar unuturum diyordum unutmak kolay değil bunu biliyordum son sözü söylemem cesaret edemem belli ki başlamadan kaybedeceğim bu oyunu yazanıma göz yaşı dökerek sitem edip aşkımı dillere dökeceğim... Sil gözünün yalnızlıklarını o an fısılda duvarlara adımı bin bıçak var sırtımda biniyle de adarsın her biri hayran sana...